27 Eylül 2012 Perşembe

hık demiş burnundan düşmüş

“Anasının kızı”, “babasının oğlu”, ya da “dayısının yeğeni”… Kalıtımsal Yanıltmaca şimdi başlıyor. Geçen hafta neler olmuştu isterseniz bir göz atalım ama önce kısa bir ara. Hey, lanet olası televizyon! Burada sana yer yok!

Şimdi ben buraya neden çıktım? Niçin çıktım? Nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok. Gördünüz, yürüdüm çıktım. Ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam çıkmamışımdır. Görünen köy uzakta değildir. Buraya çıktık da sonradan çıkmadık mı dedik? Bunlar bir takım uydurma laflardır. Sahi ya, ben buraya neden çıktım? Kim çıkardı ulan beni buraya?

-Biz çıkardıııık!

Evet, evet! Siz çıkardınız. İzninizle başlıyoruz:

X’in Y’den meydana gelmiş olmasının, Y’nin sahip olduğu özelliklerin tümünün B’de de var olması anlamına geldiği varsayılır. Bu büyük bir ayıptır. Bu resmen terbiyesizlik…

Ayıp olanı ve yapılan bu terbiyesizliği merak ettiniz mi? Demek ki biz bu işi biliyoruz! Kalıtımsal yanıltmaca şöyle bir beladır:
Meşe ağacı meşe palamudundan oluşur.
Meşe palamutları küçük ve parlaktır.
O halde meşe ağaçları da küçük ve parlaktır.
Açıkça gördünüz ki çuvalladık arkadaşlar. Felsefe de her zaman “Bütün insanlar ölümlüdür. Sokrates insandır. O halde Sokrates ölümlüdür” tümdengelimi gibi kolay lokmalar olmayabiliyor.

“Eğer birisi sizi, bir şey kötü (ya da iyi) bir şeyden geliyorsa, o şeyin aynı derecede kötü (ya da iyi) olması gerektiğine inanmaya teşvik ederse, bu kişinin savını daha dikkatli inceleseniz iyi olur. İşin içinde kalıtımsal yanıltmaca olabilir.” Biz buna aynı zamanda: “daş düşebülü ayu çıkabülü” diyoruz.

“Babası neyse, oğlu da odur!” demeyelim, diyenleri uyaralım. İşin siyasi yorumuna hiç girmiyorum. Ya da dur dur! Giriyorum! Filancanın annesi işkenceci, filanca da işkenceci olmalı… Dilinize acı biber süreriz ona göre; duymayalım bir daha.

Bir reklamla devam edelim: “Benim babam Toyota gibi adam!” Hatırladınız mı? Akla ziyan bir reklam sloganıydı! Tıpkı “oku oku bitmez amk” gibi! Fark şu: Anne/Baba Toyota olabilir; bu evladın Toyota olacağı anlamına gelmez. AMK(açık, mert ve korkusuz) adlı spor gazetesine gelince, özetle DIŞKI. (boş, onursuz, kışkırtıcı)

Kemal Sunal’ın unutulmaz kürsü konuşmasıyla seslendik. Konumuzla pek alakası yok ancak halk ozanı Neşet Ertaş’la birlikte anmak istedik. Güzel insanlar yitip giderken, insan sevgisi rehberimiz olmaya devam edecek.

23 Eylül 2012 Pazar

kime göre neye göre

“Doğruları mı öğreticez? Kime göre? Neye göre? Hı? Aklına takılanı sormayanı yakarım. Ders mers derdimiz yok burda bizim, çizelgeye ders yazmışlar. O zaman buradaki tabirle yanıt verim; ilk dersimiz, kimsenin buradan alınacak derse ihtiyacı olmadığı…


Son Ders: Aşk ve Üniversite filminde, karşımıza akademisyen olarak çıkan Ferhan Şensoy böyle sesleniyordu öğrencilerine. felsefespri’ye bir malzeme çıkarmalı buradan dedim, düşündüm, düşümdüm ve buldum : “her şey bir şeye göre bir şeydir”

Mutlak olmayan, göreli; Türk Dil Kurumu’na göre de “bir şeye göre olan, varlığı başka bir şeyin varlığına bağlı olan, kesin olmayıp kişiden kişiye, zamandan zamana, yerden yere değişebilen” durumları incelemenin zamanı gelmişti.

Zaman mı?

Zaman algısının göreliliği ile başlayalım: Kapı çalınır, kadın kapıyı açar. Eşikte bir salyangoz durmaktadır. Kadın etrafa bakınır, salyangozu alıp bahçeye fırlatır ve kapıyı kapar. İki hafta sonra gene kapı çalınır, kadın kapıyı açar ve salyangoz yine kapıdadır. Salyangoz: “Ben bunları hak edecek ne yaptım?” Kadın büyük ihtimalle Salyangoz’dan özür dileyecek ve “lütfen beni affet!” diyecektir. Salyangoz’un eve gidip düşünmesi gerekecek ve kadın aylarca vicdan azabı çekecektir. İnsanların salyangozlara nasıl davranacağını öğrenmeleri gerekiyor.

İnsan mı?

Günümüz insanı her konuda haklıdır; her zaman her şeyi de bilmiştir. Sürekli "sen öyle san" çıkışına maruz kaldığımız olur, olacaktır da… Pat: Hey, Mike! Çevreyolundayım ve seni yeni cep telefonumla arıyorum. Mike: Aman dikkat et, Pat. Daha demin radyoda kaçığın tekinin çevreyolunda ters yönde gittiğini duyurdular. Pat: Kaçığın teki mi? Yahu çevreyolunda yüzlercesi var!

Ters giden bir şeyler mi?

2012 yılında Dünya'nın en büyük karikatürünü çizmiş olan Erdil Yaşaroğlu’nun, karikatürlerinde sıkça karşılaştığımız şeyler. Şey yani. E, şey işte!




Çok güldük, çok şey öğrendik. Açıkçası durmak gibi bir niyetimiz de yok. Çünkü elimizde başka bilgiler var:

Karıncalar, canlılar dünyasını üçe ayırır: Birincisi: Aslan, Kaplan, Kurt ve Piton gibi uysal, zararsız hayvanlar… İkincisi: Tavuk, kaz, ördek gibi yırtıcı, gagalayıcı hayvanlar… Üçüncüsü: İnsanlar ve Karıncayiyengiller gibi eli kanlı diktatörler…

Yok devenin makyaj takımı...

19 Eylül 2012 Çarşamba

Felsefe Yapma - Mustafa Topaloğlu


Mustafa Topaloğlu’nun “felsefe yapma” adlı harika eserini dinlemeyen arkadaşlar, bu yazıyı okumadan önce lütfen dinlesin. Bu sefer hem çok gülecek hem çok ağlayacak hem de çok olacağız.


Dinlediniz mi? İlk dizelerden başlayalım o zaman:

Aklın varsa kendine sakla, felsefe yapma. Kimi doğru kimi yanlış, kafana takma. Herkes bir şey anlatır kendine göre, kimi haklı kimi haksız boş ver sana ne! Türkiye’deki insanların felsefeye bakış açısını böylesine iyi özetleyen başka bir esere rastlamak mümkün değil. Bu sözler aynı zamanda; politikacılara, trafiğe yakalananlara ve holiganlara “barış çağrısı” niteliği de taşımaktadır.

Uzaydan gelmedik ki dünyalıyız biz. Kimi orda, kimi burda var olmuşuz biz. Şimdi bu sözleri talihsizlik olarak açıklayabiliriz ancak Topaloğlu’nun, varoluş sorununa inanılmaz bir zihinsel çaba gösterdiği gözlerden kaçmamaktadır. Adam, en iyi arkadaşının karısıyla yataktayken, arkadaşının arabasının sesini duyar. Derhal fırlayıp dolaba saklanır. Arkadaşı gelir ve ceketini asmak için dolabı açtığında adamı çırılçıplak bulur. “Mustafa, ne yapıyorsun burada?” der. Mustafa omuz silker: “E, herkes bir yerde olmalı.” İşte Mustafa’yı da Topaloğlu’nu da duydunuz; çözümse çözüm, felsefeyse felsefe, varoluşsa varoluş…

Âdem ile Havva’dan doğduysak şayet, belki doğru belki yanlış akrabayız biz. Burada, bilgi yoksunu, insan azmanı kişileri uyaran Topaloğlu, “din hakkında bilginiz yoksa konuşup günaha girmeyin” demektedir. Tanrı var mı? sorusuna bütün kapıları kapatan Mustafa bey, kardeşliğe de vurgu yapmaktadır.

Eserin sonlarına doğru dünyadaki gelişmeleri de ele alan sanatçımız, duyarlı bir vatandaş olmanın insanlıkla bağını önemsemektedir. Sanatçımız, “don’t filozofay” diyerek etki alanını genişletmekte, olası yanlış çevirilere karşı müdahaleyi amaçlamaktadır. Çünkü daha önce Schopenhauer ve Hegel gibi filozofların eserlerini yakından takip etmiş ve çevirilerdeki tüm eksiklikleri gözlemlemiştir.

Şimdi oturup düşünmenin, sorgulamanın zamanı… Mustafa Topaloğlu’nun; Marx, Kant ve Platon gibi düşünürlerden ne farkı var? Bu toplumdan neden bir Hegel, bir Rousseau çıkmamış? Özellikle İstanbul’da, otobüs duraklarımızda ve hastanelerimizde bolca zamanı olan halkımız neden hâlâ bir Heidegger yumurtlayamadı. Türkiye’de nice Mustafa’lar, Nihat’lar, Sabri’ler ve Ayşe’ler keşfedilmeyi bekler.

Şu düşündürücü çağımızda, daha da düşündürücü olan, bizim hâlâ düşünmüyor olduğumuzdur.

Mustafa Topaloğlu’nun Yorumladığı Bazı Eserler
-          Felsefe yapma
-          Of of Eminem
-          Gerizekalı sevgilim
-          Çukulata sevgilim
-          Oy memişler
-          Sen de mi brütüs


18 Eylül 2012 Salı

oğlum bir susar mısın ha

Düşünüyor olmanın insana verdiği sevinç sonsuzdur. Düşünemiyor olmanın insana verdiği sevinç de sonsuzdur.
Hemen bir karikatürle durumu özetleyelim: 


Düşünen ve düşünemeyen bu mutlu dostlarımızı ayakta alkışlıyoruz. Yüzlerindeki tebessüm yüzümüze yansıdı.

Düşünen canlıları anlamak oldukça zordur.Sürekli söylem halinde olmalarından kaynaklı olabilir bu anlamsızlık… Kimse, kimsenin konuşmasına müsaade etmiyor. Bazılarına “sen susunca daha anlamlı oluyorsun” ya da “ağzını açınca tüm anlamını yitiriyorsun” demekten başka kapı kalmıyor çıkmazımızda. Bir odunun, “bu aralar biraz yalnız kalmak istiyorum” dediği ve hayatımızı mahvettiği görülmemiştir. Çünkü bütün odunlar her zaman susmayı seçmiştir. Düşünen, konuşan, söylenen canlılar ise çoğu zaman tehlikeli ve çıkarcıdır. Milyonlarca yaşanmışlık, milyonlarca öykü, milyonlarca fıkra bunun en güzel kanıtıdır adeta. Bir dakika, biri fıkra mı dedi:

Adamın biri günah çıkarma kabinine girer. “Peder,” der. “ben yetmiş beş yaşındayım ve dün gece iki tane yirmilik kızla seviştim. Hem de aynı anda.”
Rahip, “En son ne zaman günah çıkartmıştınız?” diye sorar.
“Hiç çıkartmadım, peder. Yahudi’yim ben.”
“E, o zaman ne diye bana söylüyorsun be adam?”
“Herkese söylüyorum!”

Haydi durma, bir şeyler yap. Zor geliyorsa bir şeyler söyle. Beceremiyorsan, bir şeyleri fark etmeye çalış.

Sonuç: 
bazen sadece susmasını istersin.

14 Eylül 2012 Cuma

Türkiye’de Ördek Olmak


Şişirme ya da değil ama ürkütücü bir haberle devam edelim:

"Bursa’nın Osmangazi İlçesi’nde, iddiaya göre 4 çocuk babası 50 yaşındaki A.Ç. önceki gece geç saatlerde alkollü olarak kayınpederinin evine gelmiş. Burada terastaki yatakta uyumak isteyen A.Ç kayınvalidesi ve kayınpederinin ısrarına rağmen içeri girmemiş. Sabah saatlerinde terasa gelen kayınpeder, damadının gittiğini, yattığı yatağın üzerinde ise tüy ve kan lekeleri bulunduğunu görmüş. Kayınpeder kendisine ait ördeği kümeste perişan halde bulunca durumu polise bildirmiş. Kayınpeder, “Sabah katlığımda yatağın üzerinden tüyler ve kanlar vardı. Kümesi açtığımda ördeğin güçlükle yürüdüğünü ve sendelediğini gördüm” demiş. İddiaları reddeden zanlı ifadesinden sonra salıverilirken, Kabahatler Kanunu’na göre 250 lira para cezasına çarptırılmış."

Ülkemizde yaşanması nispeten normal olan hadisedir. Daha önce de; damacana, tavuk, eşek, katır, at, kedi, köpek ve koyun gibi canlı cansız varlıklar, cinselliğimizle ilgili sorunlarımızın pırtlamasına yol açmıştı.

Böyle tuhaf ve olası işlere kalkışan insanların, acımasızca geyiğini yapacak değiliz. Bazı gazetelerin yaptığı gibi ördeğin gözlerine siyah bant çekmeyeceğiz ya da bazı televizyon kanallarında iddia edildiği gibi alkol alışkanlığının bütün bu yaşananlara sebep olduğunu da iddia etmeyeceğiz.

Şiddete uğramış, canından olmuş bir hayvan;  50 yaşında 4 çocuk babası bir insan ve son olarak da biz varız bu çemberin içinde.

Peki, kim yanlış? Hangi açıklama yerinde? Ne yapmalı?
 
Ördek, “Bedenim bana ait, adalet istiyorum. Haksızlık bu!” diyebilir. Biz de ona, “Evet, sen haklısın!” deriz.

Zanlı, “Beni bu sonuca yöneltende sizlersiniz. Ve kendi yaptığınız suça ceza kesiyorsunuz ve aslında kendinizi yargılıyorsunuz!” diyebilir. Biz de ona, “Evet, sen de haklısın deriz.

Ve bizden birileri çıkıp, “İyi de, ikisi birden haklı olamaz!” dediğinde. “Sen de haklısın!” demekten başka çaremiz yok!

13 Eylül 2012 Perşembe

n’olur bizi de alsanıza aranıza

Harvard’lı iki kaçığın(Thomas Cathcart & Daniel Klein) Türkiye ayağı artık hizmetinizde! Güldürürken düşündürmeyen bizden değildir. Yeni yayın hayatına başlayan bu blog; bizim sorumluluğumuzu arttırdığı gibi, bizlere ayrı bir isteklendirme ve heyecan da katmaktadır. Sizlerden gelecek geribildirim ve destekler mutluluğumuz olacaktır.

Peki, nasıl bir şey bizi bekliyor? Hemen anlatalım:

Oğlunun feci bir trafik kazası geçirdiğini gören baba, gözyaşları içinde oğlunu kaptığı gibi arabaya atlar ve heyecanlı bir şekilde hastaneye yetiştirir. Durumu ciddi olan oğlu, hemen ameliyata alınırken, ameliyatı yapacak olan cerrah “Aman Tanrım, bu benim oğlum!” diye bağırır. Bu nasıl olabilir?
E, ne var bunda? Cerrah elbette oğlanın annesidir. Kadın cerrah sayısı hızla erkek cerrah sayısına yaklaşmamış olsaydı bu bilmece kafa karıştıracaktı.

Dünyadaki kadınların bizlere ilettikleri mesaj son derece açık: Gelecek için hâlâ umut var!

n’olur bizi de alsanıza aranıza...